top of page
  • Meryem ŞANLI

Eğitimde Yanlış İliklenen Düğmeler

Güncelleme tarihi: 15 Oca 2021


Yeni eğitim öğretim dönemi başladığından beri üniversiteye ve liseye giriş sınavları üzerinden eğitim sistemini tartışıyoruz. Malumunuz ülkemizde herkes eğitim uzmanı (!) olduğundan konuyla ilgili konuşan insan sayısı da bir hayli fazla… Kimi eğitim sistemini eleştiriyor, kimi sınav sistemindeki değişikliklerin avantajlarını anlatıyor, kimi dezavantajlarını sayıyor. Bir de “Filan ülkenin eğitim sistemi şöyle, falan ülkenin eğitim sistemi böyle…” diyerek ideal(!) olanı gösteren kişiler var. Eğer “Şu, şu özelliklere sahip çocuklar yetiştirmek istiyorsak, şöyle şöyle yapmalıyız.” diyorlar.

Tüm bu tartışmaların ortasında kalan bir kesim ise ne yapacağını bilemiyor. Yılı kurtarma derdindeler. Haklılar da… Evet, ebeveynlerden ve gençlerden bahsediyorum.

Özellikle bu yıl 8. sınıfta okuyan gençler ve onların aileleri için durum oldukça karmaşık... Ve maalesef sınavın avantajlarını ya da dezavantajlarını saymak, eğitim sistemini eleştirmek, ideal(!) eğitim ve sınav modelleri göstermek onlara bir fayda sağlamıyor. Çünkü onların zihni cevapsız bırakılmış sorularla meşgul…

Mesela;

Yüzde 10’a girerek ‘Nitelikli’ liselerde okuma hakkı kazanabilecekler mi?

“Özel okullara kendi sınavını yapma hakkı verilecek”miş. Bu durumda özel okula gitmek isteyen öğrenciler, merkezi sınav dışında kaç okulun daha sınavına girmek zorunda kalacak? Hepsine yetişebilecekler mi?

“Bu sistemle, öğrenciler liseye sınavsız geçiş hakkına sahip olacak”mış. Peki, liseleri ‘Nitelikli-Niteliksiz’ diye ayırırsak, kaç anne baba çocuğunun ‘Niteliksiz’ bir lisede okumasını ister? Kaç genç sınavsız girilen ‘Niteliksiz’ bir lisede eğitim almak ister? Bu durumda tüm öğrenciler - sınav isteğe bağlı olsa bile - sınava girmek zorunda kalmayacak mı?

“Merkezi sınav, ‘gelecek vaad eden’ gençlere şans vermeyi hedefliyor”muş. Merkezi sınava girenleri ‘gelecek vaad eden gençler’ olarak ön plana çıkarırsak; merkezi sınava girmeyenler veya sınavdan istenilen puanı alamayanlar, ‘gelecek vaad etmeyen’ gençler zümresine mi dâhil olacaklar?

“Öğrenciler, sınavsız girilen bir lisede eğitim almak istiyorlarsa ikamet ettikleri yere göre lise tercihi yapacak”mış. Öğrencilerin ikamet ettiği bölgelerde onlara uygun bir okul yoksa ne olacak?

“Sınavsız girilen iyi okulların bulunduğu semtlerde (ikamete dayalı yerleştirme sebebiyle) ev kiraları artıyor”muş. Ailesinin ekonomik gücü, bu semtlerde ev tutmak için yeterli olmayan öğrenciler ne yapacak?

Ya da öğrenciler %10’a girmeseler de olur. Sınavla girilen ‘Nitelikli’ bir liseye veya sınavsız girilen iyi bi’ liseye yerleşmeseler de olur. Giderler bi’ liseye… Maksat lise diploması olsun… Mu?

Peki, herkes eğitim ve sınav sistemini eleştirirken öğrenciler okulu sevebilirler mi? Motive olabilirler mi? Sınavı ciddiye alabilirler mi?

Görünen o ki bu yılki sınav da (Yeni adıyla LGS) sanılanın aksine rekabeti ortadan kaldırmıyor. Rekabetin şeklini bile değiştirmiyor. Yine parası olan çocuğuna her türlü imkânı sunarak, gerekirse evini taşıyarak onun iyi bir lisede okumasını sağlarken; imkânı olmayan ailelerin çocukları maalesef ‘nitelikli’ olan veya sınavsız girilen iyi liselere yerleşme konusunda akranları kadar şanslı olamayacak.

Bu konudaki şahsi görüşüm; eğitimin, ailelerin ekonomik durumundan bağımsız herkese aynı kalite ve nitelikte sunulması gerektiği yönünde… Ancak gerçekler daha farklı… Mevcut eğitim sisteminde, herkese aynı kalite ve nitelikte eğitim sunulmasına olanak yok. Bu nedenle mevcut durumu değiştirmeyi, bu konuda yetki sahibi olanlara havale edip; ‘Bu koşullar altında gençlerimize nasıl destek olabiliriz?’ e odaklanmak bana daha doğru geliyor. Ve bu doğrultuda değinmek istediğim 6 temel nokta var.

1. Bizim ülkemizde, insanlar nitelikli meslek sahibi olmak için okur. Okumak, para kazanmak için yapılan bir eylemdir de diyebiliriz. Erkekler, “Yarın bir gün ev geçindireceksin…” diyerek gaza getirilirken; kızlar, “Kendi paranı kazan… Kocanın eline bakma…” diyerek okumaya teşvik edilir. (Kızlarını okutmayan aileleri, yazının içeriği sebebiyle kapsamın dışında bırakıyorum.) Ve böylece gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenir. E haliyle, yapılan yanlış fark edilene kadar sonraki düğmelerin doğru iliklenme ihtimali yoktur. Hâlbuki okula gitmek ve eğitim almak; ilim öğrenmek, kendini geliştirmek, topluma faydalı olmak gibi daha ulvi sebeplerle de yapılabilir. İlim öğrenmek ve kendini geliştirmek ise okul hayatından ibaret değildir; ömür boyu sürer. Bu nedenle gençlere “Oku, meslek sahibi ol, para kazan…” demek yerine; “Meraklı ol, öğren, kendini geliştir, topluma faydalı işler yap” şeklinde öğütler vermek ve okulun bu amaca hizmet eden duraklardan biri olduğunu ifade etmek daha faydalı ve gençleri motive edici olacaktır.

2. Yanlış iliklenen ikinci düğme; çocuklar okula başladıktan sonra anne babaların çoğu “Çocuğum sınıfının/okulunun en iyisi olsun.” diye çırpınır. Kime göre, neye göre en iyi? Tabii ki öğretmene göre… Eğitim Sistemine göre… Ebeveynlerin doğrularına göre… Oysaki her çocuk farklı ve özeldir; yetenekleri & becerileri farklıdır. Çocukları sahip oldukları yetenek ve beceriler doğrultusunda yönlendirerek onlara kendilerini geliştirebilecekleri ortamı sağlamak ise anne babaların ve aslında eğitim sisteminin asli görevleri arasındadır. Eğitim sistemimiz bunu yapabiliyor mu? Tartışılır. Ancak bir anne baba bunu yapabilir. Çocuklarının en iyi yaptığı şeyleri keşfedebilir, onu bu konuda teşvik edebilir. Çocukları tek tipleştirmek, onları birbirleriyle kıyaslamak, matematik – fizik yapabilenleri ‘gelecek vaad eden’ gençler olarak değerlendirip diğerlerini göz ardı etmek gençlere saygısızlıktır. Eğitim sistemi bunu gerektirse de çocuğunuzu Einstein olmaya zorlamayın. Belki de onun içinde bir Mozart, bir Picasso, bir Michael Jordan gizlidir. (Einstein’ın okul hayatının başarısızlıklarla dolu olduğunu da ayrıca belirtmek isterim.)

3. Yanlış iliklenen üçüncü düğme; gençlerimize sadece okul başarısını hedef gösteriyoruz. Bu ne demek? Çalıştığım öğrencilerden bazılarına şu soruyu soruyorum: “Niçin okula gidiyorsun?” Bu soru karşısında uzun süre düşünüyorlar. Aldığım cevaplar genellikle şunlar: “Ailem öyle istiyor.”, “Okula gitmek zorunlu…”, “Meslek sahibi olmak için…” Bu cevaplar arasında en motive edici cevap “Meslek sahibi olmak için…”. Ama bu tek başına yeterli değil. İnsan doğası gereği kendisi için anlam ifade etmeyen, işe yaramayan bir şeyi yapmak istemez. Muzip öğrencilerin “Hocam bunu niye öğreniyoruz. Bu ne işimize yarayacak?” gibi sorularla dersi sabote ettiğini düşünürüz. Ancak aslında çok acı bir gerçeğe tam anlamıyla parmak basıyorlar. Yani yapmamız gereken çocuklara anlam ve amaç duygusu aşılamak… Bunu nasıl yapabiliriz? Çocuklarımızın hayal kurmasına izin vererek… Çılgınca da olsa bırakın hayal kursunlar. Siz de onlara okulu ve sınavları, hayallerini gerçeğe dönüştürmek için birer basamak olarak gösterin; hayatın kendisi olarak değil… Ve hayallerine giden yolda onlara destek olun. Motive edin. Baktınız mızmızlanıyorlar, hayallerini hatırlatın. Zorlanıyorlarsa; hayalleri gerçeğe dönüştürmek için bunun gerekli olduğunu, istediklerini elde ettiklerinde bu günleri gülerek hatırlayacaklarını anlatın. Bin bir türlü zorluğun içinde hayallerini gerçeğe dönüştürmek için gece gündüz çalışmış başarılı insanların hayatlarını okuyun, okutun. Başarıyı; matematik notuyla, sınav dereceleriyle sınırlandırmayın; ‘hayalleri, gerçeğe dönüştürmek için çalışmak’ olarak tanımlayın. Ve en önemlisi hayatı sevdirin. Okul başarısı yüzünden çocuğunuzla ilişkinizi bozmayın, onu kendinizden ve hayattan soğutmayın.

4. Yanlış iliklenen dördüncü düğme; okula ve sınavlara endeksli bir hayat yaşıyoruz. Ortalama olarak okula 5 – 6 yaşlarında başlayıp, 22 – 23 yaşlarında mezun oluyoruz. Bu da nereden baksak 16 – 17 sene… İnsanın; tam olarak kendini ve hayatı tanıyacağı, beceri ve yeteneklerini keşfedeceği, kendisine ve hayata dair inançlarını şekillendireceği yaşlara denk geliyor. Ama maalesef gençler, bu yaşları okula ve sınavlara endeksli olarak geçiriyorlar. Anne babalar, gençlerin asli görevinin okula gitmek ve sınavlarda başarılı olmak olduğunu düşünüyorlar. Belli bir ölçüde eğitim sistemimiz sebebiyle haklı olabilirler de… Ancak sürekli değişen eğitim sistemini hayatın merkezine koymak yerine; gençlere kendilerini tanıyabilmeleri, neler yapabildiklerinin farkına varabilmeleri, güçlü yönlerini keşfedebilmeleri, hayata ve kendilerine dair doğru ve faydalı inançlar geliştirebilmeleri için destek olmak ve bunun için onlara alan açmak daha önemli…

5. Yanlış iliklenen beşinci düğme; gençleri son kullanma tarihi geçmiş bilgilerle yönlendiriyoruz ve onları anne babaların hayallerini gerçekleştirmek üzere dünyaya gelmiş canlılar olarak görüyoruz. Çocuğunuzun yeteneği varsa ve kendisi de istiyorsa bırakın konservatuar okusun mesela… Neden ille de tıp yazacaksın diye baskı yapıyorsunuz ki? Gençleri, idealize(!) edilmiş mesleklerden birini seçmeleri ve bu meslekleri icra etmeleri konusunda sıkıştırıp; ilgi duydukları, yeteneklerini ve becerilerini kullanabilecekleri doğru alanlara yönlendirmezsek, mutsuz çalışanlar ordusunun büyümesine katkı sağlamış oluruz. Hâlbuki tek derdimiz onların mutlu ve başarılı olması... Ne büyük çelişki… Ayrıca hatırlatmakta fayda gördüğüm bir husus var: Başarılı işlere imza atan, çok kazanan ya da ünlü olan insanlar, yeteneklerini ve becerilerini kullanarak hayallerinin peşinden giden kişiler… İlgi duymadıkları bir şeyi yapmak için zorlananlar değil…

6. Yanlış iliklenen altıncı düğme; okullar mutlu bir yaşam için gerekli olan becerileri öğretmek gibi bir misyona sahip değil… Okullarda matematik, fizik, tarih gibi dersler öğretiliyor olabilir ama asıl öğretilmesi gerekenler ihmal ediliyor. Gençler; kriz yönetimi, sorun çözme, analitik düşünme, empati yapma, iletişim kurma, sosyal yaşama uyum, pozitif düşünme, zorluklarla mücadele etme, yeniliklere açık olma, yaratıcı olma, öz güven & öz saygı & öz değer & öz disiplin geliştirme gibi daha birçok beceriden bihaber okul hayatını tamamlıyor. Hayata atıldıklarında ise bu becerilerin eksikliği nedeniyle hem özel yaşamları hem de profesyonel yaşamları zorlaşıyor. Öğrenme ve kendini geliştirme isteğiyle yetişmiş olan gençler bu eksikliği fark edip kendini geliştirmek için gayret etse de; öğrenmenin okuldan ibaret olduğunu zannedenler maalesef onlar kadar şanslı olamıyor ve toplumun genel kabulleri doğrultusunda hayatlarını sürdürüyor. Okulların bu misyon eksikliğini nitelikli öğretmenler bireysel çabalarla kapatmaya çalışsa da bu becerileri öğretmek daha çok anne babalara düşüyor. (Tabii anne babaların önce kendi eksiklerini kapatmaları gerekiyor.) Bu da şu anlama geliyor: Okullarımız maalesef yeterli olmayabilir… Eğitim sistemimizin eksikleri olabilir. Ama bu arkasına sığınılacak bir mazeret olmamalı… Çünkü söz konusu olan çocuğunuzun yani bir insanın hayatı, geleceği… Bu nedenle her aile evini, çocuğunu yaşama hazırladığı küçük bir okula çevirmeli… Bu okulda çocuğun duygusal, zihinsel, davranışsal ve akademik yönden gelişimi desteklenmeli… Zor olabilir ama dünyadaki en kıymetli varlığınız olan çocuğunuz için bunu yapmaya değer…

Şimdi yanlış iliklediğimiz düğmeleri düzeltme zamanı… Eğer ‘Böyle gelmiş böyle gider, bizim elimizden ne gelir?’ diyorsanız lütfen bu düşünceden vazgeçin ve ‘Eski köye yeni adet getirin’. Eğer bunu yapmazsak, eski adetlerimiz bizi harcadığı gibi çocuklarımızı da harcayacak. İliklediğimiz yanlış düğmeleri düzeltme cesareti gösterdiğimizde ise gençler hayatlarını merak duygusu ve öğrenme isteği üzerine inşa edecekler; enerjilerini iyi oldukları alanlara yönelterek başarılı işlere imza atacaklar; kendi hayalleri olacak ve okula aileleri istediği için değil hayallerini gerçekleştirmek için gidecekler; yaşamda ihtiyaç duyacakları becerileri, okul ortamında olmasa da aile ortamında öğrenme şansına sahip olacaklar. Ve o zaman gençlerin okudukları lisenin de üniversitenin de bir önemi olmayacak. Çünkü biz yetişkinler olarak hatalarımızı düzelttiğimizde onların yapacağı tek şey hayallerini gerçeğe dönüştürmek için motive bir şekilde çalışmak olacak ve hayallerini gerçeğe dönüştürmek için de ne gerekiyorsa onu yapacaklar.

Son olarak karar elbette ki anne babaların yani sizin…

Lütfen kendinize sorun… Çocuğunuzu nasıl yetiştirmek istiyorsunuz?

Toplumsal beklentileri karşılamak ve el âlem için yaşayan bir birey olarak mı? Yoksa kendi hayallerini gerçekleştirmek ve kendisi olmak için yaşayan bir birey olarak mı?

Sevgilerimle,


Meryem Şanlı

60 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Olgun İnsan

bottom of page