21 yaşında bir üniversite öğrencisiyken tedavisi olmayan bir hastalığa yakalansanız ve doktorlar sadece 2,5 yıl ömrünüz kaldığını söylese ne yaparsınız?
Yoo… Hayır amacım sizi korkutmak değil… Felaket senaryoları üretmeye de çalışmıyorum. Sizi hayattan soğutmak mı? Asla…
Peki ben bu soruyu niye sordum? :)
Size hayallerinizi hatırlatmak için… Her şeye rağmen hayata tutunabileceğinizi görmeniz için… Kendinize acımak yerine neler yapabileceğinizi bir kez daha gözden geçirmenize yardımcı olmak için…
Hepimiz yaşadığımız küçük büyük problemler karşısında vazgeçmeye, depresif takılmaya eğilimliyiz. Motivasyonumuzu, yaşam enerjimizi o kadar kolay kaybediyoruz ki… Hal böyleyken bir doktor bize 2,5 yıllık ömrümüz kaldığını, tedavisi olmayan bir hastalığa yakalandığımızı söyleseydi herhalde dünya başımıza yıkılırdı. Öyle ya, tedavisi olmayan böyle bir hastalık karşısında devede kulak kalacak bir problem bile yaşam enerjimizi elimizden alıp, bizi yolumuzdan döndürebilirken başka ne beklenebilir ki?
Bu yazıda size sıkıntılarınızla, problemlerinizle nasıl baş edebileceğinizi anlatmayacağım… Aslında hepimizin tanıdığı birinin gerçek hikâyesini anlatacağım… Yaşanmış ve hala yaşanan bir hikâye bu… Hiçbiriniz hikâyemizin kahramanına “Senin tuzun kuru… Sen ne anlarsın benim halimden?” demeyecek… Diyemeyecek…
Hikâyemizin kahramanı, 21 yaşında tedavisi olmayan bir hastalığa yakalanan ve doktorların kendisine 2,5 yıl ömür biçtiği biri… Bu öyle bir hastalık ki… Sinir sistemini felç ediyor… Yürüyemez, konuşamaz, elini kolunu kullanamaz hale getiriyor insanı… Sadece beynin zihinsel faaliyetlerine dokunmuyor. Doktorlar hastalık teşhisini koyduğunda hayattan hiçbir beklentisinin kalmadığını söylüyor kahramanımız… Hastalık teşhisinin ilk şokunu atlattıktan sonra ise uyanabildiği her günü bir armağan olarak görmeye başladığını anlatıyor. Tekerlekli sandalyeye mahkum olmasına, konuşamaz, elini kolunu kullanmaz hale gelmesine rağmen… Her geçen gün daha kötüye giderken, hastalığın dokunmadığı beynini adeta bir armağan gibi saklıyor. Kendisini hastalığa teslim etmiyor. Elini kolunu kullanamadığına hayıflanmak yerine beyniyle neler yapabileceğine odaklanıyor. Araştırıyor, öğreniyor, keşfediyor… Zorlukların kendisini durdurmasına izin vermiyor. Hayallerinden asla vazgeçmiyor. Sonra ilginç bir şey oluyor… Doktorların biçtiği 2,5 yıllık ömür uzuyor da uzuyor...
Ve en önemlisi… Bu haliyle şimdi diğer insanlara ilham veriyor…
Engellere takılıp kalmamamızı öğütlüyor bize…
“Eğer hayat sizin önünüze bir engel çıkardıysa, bu sizin suçunuz değildir fakat bu engeli önünüze çıkaran dünyayı suçlamak ve insanlardan yardım beklemek de hiç iyi bir fikir değil. Doğru bir bakış açısı ile bulunduğunuz durumdan maksimum seviyede avantaj sağlayabilirsiniz.”
Her zaman umutlu olmamızı söylüyor…
“Hayat ne kadar kötü görünürse görünsün yapabileceğiniz ve başarabileceğiniz bir şey vardır. Hayat var olduğu sürece umut da her zaman oradadır.”
“Bir kara delikte sıkıştığınızı düşünüyorsanız vazgeçmeyin. Çıkış her zaman vardır.”
Fiziksel engeller için bir şey yapamasak da psikolojik engelleri aşabileceğimizi anlatıyor.
“Fiziksel olarak engelli olan birisinin, bu durumun üstüne bir de psikolojik olarak engelli olmayı kaldırması oldukça güçtür. Bence insanlar fiziksel engellerinin zorluk çıkarmayacağı işlerle ilgilenmeliler. Örneğin Olimpiyat oyunlarına dair içimde bir ilgi ya da sevgi beslemiyorum. Öte yandan bilim, engelliler için son derece uygun bir alan çünkü her şey zihinde gerçekleşiyor.”
Kendimize acımak ve başka insanların bize yardım etmesini beklemek yerine önce elimizden gelenin en iyisini yapmamızı tavsiye ediyor.
“İnsanlar her zaman başkalarına yardımcı olmaya niyetlilerdir fakat siz de elinizden gelenin en iyisini yaparak onları cesaretlendirmek zorundasınız!”
Evet, tüm bunları söyleyen insan 21 yaşından beri tedavisi olmayan bir hastalıkla mücadele ediyor. Tekerlekli sandalyeye mahkûm, konuşamıyor, elini kolunu kullanamıyor. Ciddi fiziksel sıkıntılarla mücadele ediyor. Ve şu an 74 yaşında…
Kimden bahsettiğimi anladınız eminim. Evet Stephen Hawking’ten bahsediyorum.
O bu hastalığa yakalandığından dünyaca ünlü bir fizikçi değildi… Ama böyle çaresiz bir hastalığa rağmen dünyaca ünlü bir fizikçi olmayı, Einstein’le birlikte anılmayı başardı. Çünkü hayallerinden hiç vazgeçmedi… Engellere takılıp kalmak yerine, engellerini aşmayı tercih etti.
Peki ya biz? Kaçımız hayallerimizin peşinden giderken engel tanımayanlardanız?
Aslında doğru soru şu:
Sizin hiç engel tanımadan peşinden koşacağınız, her türlü fedakarlığı göze alabileceğiniz bir hayaliniz oldu mu hiç?
Yoksa günü kurtarmak için yaşayanlardan mısınız?
Sevgilerimle,
Meryem Şanlı