top of page
  • Meryem ŞANLI

Duygularını Değiştir, Dünyan Değişsin!

Güncelleme tarihi: 15 Oca 2021


Bir önceki yazımda Rezonans Kanununun varlığını gösteren bazı çalışmalara değinmiştim. Bu yazıda ise Rezonans Kanunun etki alanı üzerine yapılmış çalışmaları ele alacağım.

Size bir soru:

Sizce, duygularınızla farklı DNA’lara hatta sizden kilometrelerce uzaklıkta bulunan DNA’lara etki edebilir misiniz?

“Yok artık o kadar da olmaz” mı dedi birileri…

İsterseniz cevabınızı bu konu üzerine yapılmış araştırmaları okuduktan sonra verin.

HeartMath Enstitüsü bilim adamları 1992-1995 yılları arasında sadece duyguların DNA üzerindeki etkisini araştırmışlar. Sonuçlar oldukça şaşırtıcı…

Rezonans Kanununun etki alanı üzerine yapılan araştırmalara göre;

1. İlk önce DNA’lar cam bir deney tüpünün içerisine konuldu. Cam tüpteki DNA’lar, kendisine yoğun duyguları nasıl üretebileceği öğretilen araştırmacılar tarafından yoğun duygulara maruz bırakıldı. Yoğun duyguların DNA’lara iletildiği sırada DNA’larda çok belirgin elektriksel reaksiyonlar ölçüldü. DNA molekülleri maruz kaldığı yoğun duygulardan etkilenmişti.

Sonuç: Duygular DNA’nın biçimini etkiliyor.

2. DNA’nın ilk şekli olan insan plasentasındaki DNA’lar 28 farklı kabın içerisine yerleştirildi ve yine her bir kap eğitimli araştırmacılara verildi. Araştırmacıların yoğun duygularının DNA’nın üzerinde şekil değişikliğine sebep olduğu tespit edildi. Örneğin; araştırmacılar takdir, sevgi gibi duygular hissettiğinde DNA’nın zincirleri açıldı ve uzadı. Araştırmacılar öfke, korku gibi duygular hissettiğinde ise DNA’lar kısaldı ve bazı kodlarını kapattı. Araştırmacılar tekrar olumlu duygular gönderdiğinde ise kodların kapanması durdu ve DNA molekülleri tekrar açıldı.

Hamilelik döneminde sorunlar yaşayan ve stresli olan bayanların çocuklarının yetişkinlik döneminde depresyona daha meyilli olduğunu, bebeğin daha anne karnındayken çevresinden gelen olumlu veya olumsuz duygulara tepkiler verdiğini biliyorduk. Yakinen bunları yaşayan ve farkında olan anneler vardır. Örneğin bir bayandan dinlemiştim. Hamilelik döneminde sevdiği insanlarla birlikteyken bebeğin hareketlendiğini, hoşlanmadığı bir insanı gördüğünde ise bebeğin hiç hareket etmediğini anlatmıştı. Bu örnekler çoğaltılabilir. Ama hepimizin bildiği bir gerçek varsa o da bebeğin daha anne karnındayken çevresinde olan biten her şeyden etkilendiği…. Bu araştırma sonucu kanaatimce bu yargının bilimsel temelini gösteriyor.

3. İkinci maddede anlatılan teste HIV hastalarıyla devam edildi ve hastanın kabul görme, sevgi gibi duygularla beslendiği zaman, bu duygulardan mahrum kaldığı zamana oranla hastalığa tam üç yüz bin kez daha fazla direnç gösterdiği tespit edildi.

İnanç gücüyle ve ümitle iyileşen, tekrar sağlığına kavuşan hastaların varlığından sanıyorum hepimiz haberdarız. Burada bir de “plasebo etkisi” olarak bilinen araştırmayı hatırlatmakta fayda görüyorum. Bu araştırma hasta olan iki grup insandan bir gruba gerçekten ilaç, diğer gruba ise ilaç verildiği söylenerek bir çeşit şekerleme verilmesine dayanıyor. Netice ilginç iki gruptaki hastalar da iyileşiyor. Hastalığın iyileşmesinde sadece ilaç etkili olsaydı şekerleme verilen hastaların iyileşmemesi gerekirdi. Fakat kendisine şekerleme verilen hastalar da ilaç aldıkları için iyileşeceklerine inanıyorlar ve bu inanç, hastaların iyileşmesini sağlıyor. Varacağımız netice hep aynı; inanç ve ümit… Olumlu duygular hastalığın iyileşme sürecini hızlandırıyor.

“Sahip olduğumuz en büyük enerji sevgidir.” diyor Pierre Franckh

4. Ve sırada bu deneylerin en şaşırtıcısı var. Bu deneyde deneklerin ağzından doku ve DNA örnekleri alınıyor. Bu DNA’lar izole edilerek binanın diğer ucuna götürülüyor. Deneyin amacı DNA’ların alındıkları kişi uzakta olsa bile onun hislerinden etkilenip etkilenmediğini tespit etmek…. Deneye katılan kişilerde farklı duygular uyandırmak için çeşitli resimler gösteriliyor. (Savaş sahneleri, komik durumlar vb.) Deneklerden alınan DNA’larla denekler arasındaki mesafe 350 mile kadar çıkarılmasına rağmen, DNA’lar deneklerin yaşadığı duygulara göre elektriksel reaksiyonlar gösterdiler. Hem de eş zamanlı olarak…

Bu deneyler gösteriyor ki rezonans alanımızı yaşadığımız duygular, sık sık tekrar ettiğimiz düşünceler oluşturur. Karşılaştığımız olayların, insanların kaynağı sahip olduğumuz rezonans alanıdır.

Toplumumuzda “Korktuğum başıma geldi.”, “Aklıma gelen başıma geliyo…” , “Ağzını hayra aç.”, “Şom ağızlı…” gibi ifadeler de bu çalışmaları destekler niteliktedir.

Eğer dini açıdan bakacak olursak, dini kaynaklarda kalpten ve inanarak dua etmenin ehemmiyeti vurgulanmıştır. Edilen duanın kabul edilip edilmemesiyle ilgili şüphe duymanın duanın kabulünü engelleyeceği din alimleri tarafından ifade edilmiştir. Yine halk arasında kullandığımız “Dua niyetine geçer, dikkatli konuş…”, “Dua niyetine geçti keşke Allah’tan başka bir şey isteseymişim…” şeklindeki ifadeler de yukarıda anlatılan çalışmalarla örtüşmektedir.

Sonuç olarak diyebiliriz ki; ilgilendiğimiz, zihnimizi meşgul ettiğimiz her şey birer enerji olarak tüm dünyaya dağılıyor. Ve bizimle benzer rezonans alanına sahip olayları, insanları kendimize çekiyoruz. Rezonans alanınızın nasıl olduğunu merak ediyorsanız çevrenizdeki insanlara, başınıza gelen olaylara ve bu olayları nasıl yorumladığınıza bakın.

“Rezonans Kanunu her zaman ‘evet’ der. Seni inançlarında haklı çıkarır.” Pierre Franckh


Sevgilerimle,


Meryem Şanlı


142 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Olgun İnsan

bottom of page